Karmakarışık isimli animasyon filmi izleyenler bilirler. Çok tatlı bir masal. Rapunzel’i anlatıyor. Çocuklarım sevmedi –erkek olmaların bağlayacaktım ama Karlar Ülkesine bayıldılar- fakat ben bayılırım, defalarca izledim, izlerken ilmeklerce ördüm, yetmedi öğrencilerime izlettim.
Orada bir sahne var. Zavallı Rapunzel kulenin tepesinde geçen bir gününü anlatıyor. Öylesine delirmiş ki aslında, şarkı söylüyor. Sabah güne erken başladığını, temizlik ve yemekler yaptığını anlatmakla başlıyor. Sonra günü akıp gidiyor; o kulenin tepesinde kitaplar okuyor, gitar çalıyor, örgü örüyor, resimler yapıyor, öyle ki; tüm duvarlar doluyor. Tüm yapbozları bitiriyor, dart oynuyor, mum yapıyor, seramik yapıyor, spor yapıyor, dans ediyor. Özetle; aklınıza ne gelirse!Şarkıda diyor ki “hayatım ne zaman başlayacak merak ediyorum!”
İşte karlı günler tam da böyle! Sabah erkenden uyanıyoruz, okul tatil, haliyle anne de tatil! İlk bir kaç saat tıpkı Rapunzel gibi enerjik ve olumluyuz. Neredeyse bir prenses gibi düzgün saçlarımla neşe saçıyorum… Çocuklar örümcek adam kostümüyle geziyorlar veya süperman oluyorlar. Ev o saatlerde eşsiz, korunaklı bir şato. Dünyanın en güzel yerinde ve sıcacık.
Sabahlar elbette çok erken başlıyor, Rapunzel ki prenses; temizlik yapıyor, elbette ben de. Sonra mutfak, kekler, pastalar, hep beraber. Evde ne var ne yok yapmaya başlıyoruz. Erkek çocuk büyüttüğümü inanılmaz iştahlarından anlıyorum son zamanlarda.
Sonra keyif. Şu aralar kutu oyunlarına sardık. Bil Bakalım Kim’le saatler geçiyor. Sonra Rush Hour var, trafik bulmacalarını ben de epey seviyorum. Evde kampçılık yapmak gibi oyunlar uyduruluyor, Jenga oynanıyor, hamurdan olmadık şeyler yapılıyor, resimler çiziliyor. O resimlerle duvarlar süsleniyor. Böyle cümleye dökünce kısacık duran tüm bu olaylar; törensel bir yavaşlıkla, incelikle, uzun uzadıya ve arada kavgalarla tamamlanıyor. Arada belki sinemaya gidiyoruz en fazla, ya da belki kar oynamaya iniyoruz. Akşama doğru küveti doldurmak, onlarca kitabı defaten okumak, sevilen bir çizgi film izlemek, tabi biraz da tabletle oynamak.
Bense genel olarak “annelik yapıyorum”. Bunu da seviyorum. Onun dışında şanslıysam okuyorum, yazıyorum. Örgü örüyorum, birikmiş işleri yapıyorum, hatta bir çılgınlık yapıp arkadaş davet ediyorum.
Buraya kadar her şey fevkalade; insan daha ne ister? Fakat tüm bu eğlencelerin bittiği bir an var! Hiçbir şeyin yetmediği, kimseyi memnun edemediğim, yorgun hissettiğim, hepimizin birden huysuzlandığı nokta. Bizim için ortalama olan üçüncü günün sonu yahut dördüncü günün başlangıcına tekabül ediyor diyebilirim. Oradan sonrası fena. Çok fena.
Haliyle kar ve sömestr tatiliyle ilgili duygularım karmakarışık. Evet, evi ve evdeki düzenimizi seviyorum. Ama itiraf etmeliyim, tatil bitip çocukların okula gittikleri ilk sabah da şükrediyorum, evet tamam kabul edelim; hatta bazen iple çekiyorum.
Bu çocuklarımı sevmediğimden/az sevdiğimden/bakamadığımdan/zaman geçiremediğimden kaynaklanmıyor. İnsan olmamdan kaynaklanıyor. Es kaza bundan bahsedecek, bir yerde yazacak olsam, “hep tatil olsa evde kalsalar, niye şikayet ediyorsun?”, “çocuklarını sevmiyorsun herhalde” diyenlerden tutun, “sizin oyalayamadığını çocuklara tüm gün biz bakıyoruz” diyen “eğitimci” bile gördüm.
Çok seviyorum, eve sığınıp camdan şükürlerle kar izlemeyi, kuş beslemeyi. Yorgan altına sığınıp Minionları seyretmeyi. Bunu birkaç gün yapmayı, ev elbiseleriyle dolaşmayı. Ama işte bir noktada o şarkı çalmaya başlıyor zihnimde; “Benim hayatım ne zaman başlayacak?”
Bu yazı ilk olarak BlogcuAnne.com‘da yayınlanmıştır.
Yorum yapılmamış