“Bari bugün olmasın” dedim kendi kendime. Koridordan bana doğru yürüyen çıplak ayakların sesini duyduğumda, masada oturmuş okuyor ya da yazıyordum. Sırf kendine ait bir zamana sahip olabilmek için erken uyanan biri olarak, koridordan gelen ve giderek yükselen mızıltı, en ışıltılı sabahımın o sessiz molasını böldü.
İçimi çekere kitabım kapadım, kalemimi kenara koydum, bir önceki sabah söylediklerimin tamamen aynısını söyledim. Ve daha önceki sabah, ve ondan da önceki sabahkini; “Oğlum? Sabahları yatağından çıkmak ve evde dolaşmak zorunda mısın?”
Her zamanki gibi utangaç bir şekilde gülümsedi, başını eğdi ve en sevdiği mavi köpeğinin kulağını ağzından çıkararak fısıldadı; “Hayır!”
“O zaman lütfen odana döner misin?” dedim hayalkırıklığına uğramış bir ses tonuyla. Ve eğer diğer ikisi de, kardeşlerinin uyandığını duyarsa, hep birden uyanacak ve yalnız dakikalarımın sonu gelecekti.
Hayatı tekrar tekrar yaşamak gibiydi bu. Her sabah daha erken ve daha da erken geliyordu ve benim öfkem daha yoğun ve çaresiz bir hal alıyordu. Tehdit ettim, disipline ettim, sesimi yükselttim. Fakat her sabah karşımdaydı ve adeta bu defa farklı olup olmayacağını görmek ister gibiydi.
Ve bir sabah, haklı çıktı. Farklı oldu. İncelikli bir planı işleme koydu, koltuklardan turmandı ve üzerindeki yastıkları atmaya başladı. Yaptığı maskaralığa kayıtsız kalamayacağıma içtenlikle inanmıştı. Ayağa kalkıp durumu kontrol altına almak istedim, tıpkı geçmişte çok defa yaptığım gibi ama bu sefer bambaşka bir kart çıkardı:
“Anneciğim? Acaba verandada oynayıp güneşin doğuşunu izleyebilir miyim? Neye benzediğini görmek istiyorum sadece.”
Sessizce yanımdan geçişini, verandada yerini alışını ve gökyüzü pembenin, sarını ve mavinin tonlarıyla aydınlanırken gözlemleyişini izledim. Dağların arasındaki bir ahırın üzerindeki sis kalktı ve bir horoz günlük şarkısına başladı.
“Vay canına! Bu çok güzeldi,” dedi. Uyanma saatinin güneşi karşılayacak kadar erkene geldiğini o anda fark ettim.
Daha önceki sabahlar gibi, içeriden hareket sesleri geldi, içeri girdik ve koltukta yanıma otururken ben kendime büyük gelen geceliğimle, gözlüğümdeki parmak izlerini silmeye başladım. Kocam, işe gitmek üzere ayakkabısını parlatır ve kravatını bağlarken, August’un ağzından sabahlarımı sonsuza dek değiştiren şu sözler döküldü:
“Baba? Sabahları neden erken kalkıyorum biliyor musun? Çünkü gizlice mutfağa gidip anneme bakıyorum. Ve onun orada yalnız başına oturduğunu görüyorum. Ben de yanına gidip oturuyorum, kendini yalnız hissetmesin diye…”
Çocuğunuz sabahın köründe uyanıyor olabilir. Yorgun ve bitkin olabilirsiniz. Bir düşünün, belki de sırf sizi kızdırmak için erken uyanmıyordur. Sadece sizinle birlikte olmak istiyordur.
Bir gün yalnız olacağım. Bu evde tek başıma kahvemi içeceğim. Yıllarca özlemini duyduğum sessizliğe kavuşmuşken, bu kez sessizliği bozmak isteyeceğim. Güneş yine aynı dağlardan doğacak ve bir zamanlar minik parmak izlerinin olduğu camdan ışık süzülecek. Her sabah genç bir annenin öfkesiyle kapatıp yarıda bıraktığım kitap orada olacak. Çünkü kitapların rehberliğine hep ihtiyacım olacak.
Yarın uyandığında hiçbir şey söylemeyeceğim. Çünkü neden orada olduğunu anlatmaya kelimeler yetmez. İçimde benim bile farkında olmadığım bir boşluğu doldurmak istiyor. Günün karmaşası başlamadan önce, sadece birkaç dakikalığına annesiyle olmak istiyor. Ve tabii güneşin nasıl doğduğunu görmek…
***
Bu çeviri ilk olarak BlogcuAnne.com‘da yayınlanmıştır. Yazının İngilizce aslını buradan okuyabilirsiniz.
Yorum yapılmamış