Bana Bilgiçlik Taslayan Adamlar/Rebecca Solnit

0

Son bir yıldır bu tür okumalar yapıyorum. Kadın dili ve meselesine dair kitaplar ruhuma ve aklıma çok iyi geliyor. Yalnız olmadığımı hissediyorum ve sırtımdaki yük hafifliyor.

Kitap ilk olarak 5harfliler’deki yazılarla ilgimi çekti. Bir kere kabul edelim; “Men Explain Things To Me”; ya da İngilizce deyimle; mansplaining -türkçe; açüklamak- muazzam. Diyor ki yazar; “Konuştukları konuları bilseler de bilmeseler de, diğer kadınlara ve bana bilgiçlik taslayan adamlar vardır. Bazı adamlar.”

Bu yaklaşıma bayıldım çünkü sosyal medyada dahi, taciz gibi, annelik gibi çok kadınsal konularda bile ahkam kesen, üstten bir tavırla bıdı bıdı eden erkeklerden sahiden usandık. Bunun cinsiyetçi bir şey olmadığını savunacaklar lütfen kitabı okusun, o zaman söylemeye çalıştığım şeyi anlayacaklardır.

Çok garip geliyor bana. Tacizi yeniden tanımlıyorlar, “seviyorsak gidip konuştuk, evine kadar takip ettik ne var?” diyebiliyorlar mesela. Erkeklerin bu üstten bakar tavrından sahiden bıktık. Çalışma ortamında bir kadının uzlaşamadığı bir erkek çalışana karşı tepkisini koyduğunda; “muayyen günündedir” denmesinden bunaldık. Hangi deneyimle biliyorsun o günün ve kadına etkisinin mesela? Ya da hangi hakla?

2015’teki önsözde Özgecan Aslan’dan ve korkunç hikayesini takip ettiğinden bahsediyor yazar. O olay sahiden bir kırılma noktası oldu ve “sen de anlat”la çoğumuz içimizi dökebilmeye başladık.

İlk makalede; bir adamdan ve okumadığını bir kitaptan bahsedişini anlatıyor, oysa yazar bahsi geçen kitabın yazarının ta kendisi fakat kendi deyimiyle bozuntuya vermiyor ve “Kadın olduğumuz için kibarlığımızı bozmadık, evden çıkıp ancak bizi duyamayacağı kadar uzaklaşınca kahkahalara gülmeye başladık ve o gün bu gündür de durmadan gülüyoruz.”

Kitap şiddeti anlatıyor, bunu gerçekliğiyle öyle ortaya koyuyor ki, tanıdık öykülerden kalbiniz ağrıyabiliyor. Ama bilmek lazım. Şiddetin ekonomik boyutunu, cinsiyetçi yönünü ele alıyor. Mesela Missouri eyalet temsilcisi Todd Akin’in tecavüze uğrayan kadının kürtaja ihtiyacı olmadığını düşündüğünü yeni öğrendim. Ona göre kadınlar meşru bir tecavüz vakasında bedenlerimizi dış etkenlere karşı kapatabilir ve engelleyebilirdik.

İnanılmaz geliyor bu yaklaşım. Aylar önce; Kadıköy’deki olayda bile; “kadının o saatte ne işi vardı?” kısmını yine yaşadık. Anlatamıyoruz; “ne olursa olsun sen tecavüz edemezsin” kadar ilkel, insani ve basit bir cümleyi biz sahiden anlatamıyoruz.

“Şiddet otoriter bir doğaya sahip. Başlangıç noktası şu önerme: Benim seni kontrol etmeye hakkım var.
Cinayet bu otoriterliğin en uç noktası. Saldırgan o anda karşısındakinin yaşaması ya da ölmesi konusunda karar verme yetkisini kendinde bulma iddiasında. Bu bir insanı kontrol altında tutmanın varabileceği en nihai nokta. Kadının itaatkar davrandığı durumlarda da sonuç değişmez, çünkü kontrol etme arzusu öylesine yoğun bir öfkenin sonucu ki, itaat bu öfkeyi dindiremez.
Şiddet bir kontrol mekanizması. İşte bu yüzden pek çok kadın ayrılmak istediğinde, eşleri tarafından öldürülüyoru. Pek çok kadın bu mekanizma yüzünden bir şekilde hapis hayatı yaşıyor.”

Kitap ayrıca somut örneklerle, şiddetin cinsiyetçi yönünü gösteriyor. Bence bu önemli; yine geçtiğimiz haftalarda Beşiktaş’ta eğlenmeye giden kadınların yaşadığı olay çok taze. Orada da “o herkesin başına gelirdi; kadın olmakla ne alakası var?” diyenler oldu. Anlatamadık. Evet kadın olmakla alakası var çünkü KADINLARIN BAŞINA GELDİ. Çok basit, öylece önünüzde duruyor.

Kadınların da işlediği vahşi suçların olduğunu ama cinsiyetler çatışmasının sonucunda gücün olabildiğince dengesiz dağıldığını anlatıyor. Hemcinsler arasındaki evliliği masaya yatırıyor. Kadın kimliğin yok edilişini anlatıyor, soyağaçlarını inceliyor. Feminizmin çok eski bir şeyi değiştirmek için yola çıktığını anlatıyor. Haliyle “bir kadın bin kilometrelik bir yola çıkıyor, yirmi dakika sonra insanlar daha dokuz yüz doksan dokuz kilometresi kaldığını ve bu gidişle hiçbir yere varamayacağını ilan ediyorlar” bakış açısının sakatlığını görüyoruz.

Evet bu çok uzun bir yol sahiden. Daha hızlı ilerlemek için “kadın kadının kurdudur” noktasını arkamızda bırakmamız gerekiyor. Kadınlar Gününün züccaciye indirimi olmasından çıkması, çiçek ve çikolata romantizminden başka bir noktaya evrilmesi gerekiyor.

Tecavüz kültürüne, internetteki tacizlere de yer veriyor kitap. Bu bölüm çok ilgimi çekiyor. Fotoğraf paylaşılan sitelerdeki bir çok anne arkadaşımın özel mesajlarla taciz edildiğini biliyorum. Yine son zamanlarda benzer bir taciz olayı haber oldu. Her yeni icadın gene kadına karşı bir silaha dönüşmesini korkuyla izliyorum.

Ve benim kişisel sevgimden ötürü; en severek  okuduğum kısım Virgina Woolf’dan bahsettiği kısım… “Benim örnek aldığım Woolf’un en önemli başarısı budur: resmi, kurumsal ya da rasyonel olmayan bir özgürlüktür Woolf’un özlediği. Aşina olanın, güvenni ve bildik olanın ötesine geçerek engin dünyaya götürür insanı. Kadınlar için özgürlük talebi, kurumlar dahilinde erkeklerin yapabildiği (günümüzde kadınların da yaptığı) işleri kadınların da yapabilmesi değildir. Woolf’un talebi kadınların hem yeryüzünde hem de hayal kurarken, zihinlerinde hiçbir kısıtlama olmaksızın hareket edebilme özgürlüğüdür.”

İşte bunu tam olarak anlıyorum. Çünkü kadınların örneğin astronot olmayı, gezgin olmayı, yazar olmayı hayal etmesinin kısıtlandığı bir kültüre çok aşinayım.

Kitabı okurken yine uzakta bir kız kardeşimin elimden tuttuğunu hissediyorum. Ben kız kardeşlik kültürünü çok önemsiyorum. Her karanlık günde bir başka kız kardeşim tuttu elimden. Dertlerine ortak olduğum, anladığım ve hissettiğim, ışıklarına hayran olduğum çokça kadın tanıyorum. İşte en çok bu yüzden umutluyum. Böyle adım adım, tek tek ve hep birlikte çıkacağız bu karanlık tünellerden. Yanımıza “erkek” olmayan erkekleri de katarak. Ve hiç değilse tam da öyle erkekler büyüterek.

Yorum yapılmamış

Bu yazı da ilginizi çekebilir

Beni Ödülle Cezalandırma

Özgür Bolat köşe yazılarını takip ettiğim biriydi. Kitabını görünce merakla edindim. Çocukları götürdüğüm bir eğitimde birkaç velinin elinde görünce merakım arttı. Daha önce ödül ve ...